Siz, elinizdeki bu dergiyi okurken, işgalci güç İsrail’in Gazze’de yaşayan çoğu kadın ve çocuk 2,3 milyon Filistinli’yi hedef alan etnik temizlik ve soykırım girişimi 100 günü geride bırakmış olacak. ABD’nin sınırsız desteğiyle Filistin’i hedef alan bu hayasızca akının karşısında Filistinliler, gazeteci Wael Dahdouh’un kişiliğinde gördüğümüz dik ve sağlam duruşlarıyla tüm insanlığı bir sınavdan geçiriyor. Ailesinin önemli bir kısmını İsrail saldırılarında kaybeden gazeteci Dahdouh, en acılı anında bile vakur tavrından ödün vermeden ne diyor; “Bu topraklarda yaşamak bunu gerektirir. Onda doğduk, onda büyüdük ve onda yaşadık. Ve elbette bedelini ödemeye hazırız.”
Bu sözler aslında, milyarlarca insanın içinden geçen şu soruya bir cevap:
“Nasıl oluyor da ellerinde hiçbir şey olmayan Filsitinliler, dünyanın en büyük ve zalim savaş makinası karşısında 75 yıldır direnebiliyor?”
Wael’in verdiği cevabın ardındaki sır ise Filistinlilerin pergelin ayağını doğru noktada sabitlemesinden geçiyor. O sabit nokta Filistin’in kendisidir. Bu yorumu çıkarmamda, 2023 yılında Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanlığı görevine atanan Prof. Dr. İbrahim Kalın’ın taze taze matbaadan çıkan kitabı Öze Yolculuk yardımcı oldu.
Entelektüel birikimini, devlet adamlığı tecrübesiyle harmanlayan İbrahim Kalın, kitabının bir bölümünde Batı sonrası bir küresel düzen arayışında Türkiye’nin yönünü nasıl belirlediğine değinirken kullandığı pergel metaforuyla yolu açıyor:
“Kural, pergelin iğnesini doğru yere sabitlemektir. Bizim için pergelin iğnesini sabitlememiz gereken yer, Anadolu irfanı geleneğidir…Pergelin iğnesini doğru sabitledikten ve kendi merkezimizin farkına vardıktan sonra yetmiş bin alemi istediğimiz gibi merakla, tecessüsle, heyecanla ve keyifle gezebiliriz.”
DAİMİ VE EBEDİ OLANI TUTUNMAK
O halde Filistin’in de bir direnme irfanı var ki, bunca şiddetli yele ve fırtınaya rağmen eğilmeden topraklarında durabiliyorlar. Vatanlarını evlerinin anahtarlarıyla yanlarında taşıyorlar. Filistinlilerin, işgalin onlarca yıla yayılan sistematik şiddetine ve dayatmalarına rağmen özlerini ve özne olma vasıflarını kaybetmemiş olması da bu direnişte öneme sahip. İbrahim Kalın, kitabında özünü korumak için en önemli hususiyetin, mutluluğu aramayı “geçici olanda değil” geçici olmayan, daimi ve ebedi olana tutunmak, olduğunu belirtiyor. Bu noktada aklıma, İslam’ın ilk kıblesi, Mescid-i Aksa geliyor. Filistin’in ulusal kimliğinin de bir parçası olan bu kutsal mabedin varlığı, işgalci sistem karşısında Filistinlilere ayrı bir ruh üflediği, özlerini korumasına yardım ettiği anlaşılıyor. O nedenle ki, işgalci güç her fırsatını bulduğunda Mescid-i Aksa’ya müdahale etme ve onu ele geçirme fırsatı kolluyor. Filistin’in aklının ve kalbinin Aksa’da var olduğunu biliyor.
İSLAM ÜLKELERİNİN YAPMASI GEREKEN
Elbette, Gazze’de yüz günü aşkındır yaşanan katliamlar karşısında elimizden bir şey gelmemesi, bizleri hem zihnen hem de ruhen oldukça zorluyor. Beşikteki bebeklerin bir tonluk bombalarla öldürülmesi karşısında susmasak da gürleyemiyoruz. Burada elbette İslam ülkelerinin, Batılı devletler karşısında dağınık görüntüsü de hepimiz tarafından sorgulanıyor. Kriz çözme kapasitesi ve mekanizmasını kurmamış olmanın önemli eksikliklerimiz arasında olduğu görülüyor. İşe, Dünya’nın “oluş ve bozuluş” alemi olduğunun bilincine varmakla başlamak gerektiğini belirten Kalın, “Bireyler, toplumlar, milletler, devletler ve medeniyetler bu geçreği kabul edip krizlere çözüm üretebildikleri oranda ve müddetçe ayakta kalırlar… Önemli olan risk yönetme ve çözüm üretme kabiliyetini canlı tutmak ve yeni sınamalar karşısında sürekli geliştirmektir” değerlendirmesiyle bize önemli bir pencere açıyor. Türkiye’nin geçen yirmi yılda bu kapasitesini önemli ölçüde geliştirdiğini ve bir rol model olarak çevre coğrafyasına uygulamalı örnek olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu birinci şartın dışında, İslam dünyasını tek bir parça olarak görme yerine, birçok farklı parçanın zenginliğine sahip bir yapı olarak görmenin önemine de vurgu yapılıyor. Yani, “Kesrette vahdet, çokluk içinde birlik, birlik içinde kuvvet ilkesiyle hareket etmek gerekiyor.”
ÖZÜNÜ KEŞFETME VE İNANMA
Türkiye’nin rolü bu noktada önemli. Son 20 yılda çevre bölgelerle ilişkimizin özünü yeniden keşfederken aslında karşılıklı alışveriş ve birlikteliğe giden yolun da inşa edildiğine şahit oluyoruz. Türkiye’nin tüm ekonomik ve siyasi baskılara rağmen başarılı olduğunu gören İslam ülkeleri ve emperyalizme karşı mücadele veren ülkeler de, kendi özlerini keşfetme ve inanma yoluna giriyor. 200 yıldır Dünyamızı cenderesine alan Batılı düzenin kolay kolay egemenliğini bırakmayacağı açık. Filistin topraklarında yaşananlar karşısında gösterdikleri refleks bunun en açık kanıtı. Kurdukları düzenin ancak kendi çıkarlarına hizmet etmesini amaçladıkları da aşikar. Kalın, Öze Yolculuk’ta bu çürümüş yapının yerini alması gereken insan merkezli yapıyı, şu şekilde tasvir ediyor: “Düzen, ancak insanın gerçek hedefine ulaşmasına imkan sağlayacak bir güvenlik ve özgürlük alanı inşa ettiği zaman düzendir.”
OKURKEN KALEMİN YÜRÜMESİ
Bir kitap eki için yazılan bu yazıda elbette İbrahim Kalın’ın okumaya ilişkin görüşlerine yer vermemek olmaz. Öze Yolculuk ilk elime geçtiğinde, ki bunun bende çok hoş bir anısı var, sayfaları karıştırırken karşıma ilk çıkan hususlardan birisi Kalın’ın okuma alışkanlığı olması bir tesadüf sayılamaz. Şöyle diyor Kalın, “Ben elimde kalem olmadan kitap okuyamam… Çünkü okurken kalemin yürümesi, insanın okuduğu şeye tam manasıyla odaklanması ve nüfuz etmesi demek.” Bu noktada aynı hissiyatı paylaştığımı görmek bana ayrı bir mutluluk verdi.
GÜNDEM
14 Aralık 2024SPOR
14 Aralık 2024GÜNDEM
14 Aralık 2024SPOR
14 Aralık 2024SPOR
14 Aralık 2024GÜNDEM
14 Aralık 2024GÜNDEM
14 Aralık 2024